Elimdeki parçalardan yeni bir şeyler üretirken, aklımda canlandırdığım bir forma ulaşmaya çalışırım genelde. Yine de çoğu zaman, işin orta yerinde olaylar zihnimdeki raylardan çıkar ve farklı bir rotada ilerlemeye başlar. İşin güzel kısmı, genellikle bu şekilde ilerleyen yolculukların finali, aklımdaki ilk hallerinden daha güzel sonuçlara varıyor.

Bir sonbahar, tenha bir deniz kıyısında dolanırken, karaya vurmuş bir şey dikkatimi çekti. Koşarak baktım ve bunun kocaman bir orkinos iskeleti olduğunu fark ettim. (Orkinos olduğundan o sırada emin değildim; ama sonradan bu tahminimin doğru olduğu anlaşıldı.)

Yine de onu alamadım. Henüz çok az çürümüştü ve taşımak da saklamak da, boyutu yüzünden problem olacaktı. Kahrolarak ve bir daha bulamayacağımı düşünerek, doğanın biraz daha işini yapması için çalıların altına sakladım ve bıraktım. Bir kaç ay sonra gelip almayı planlıyordum.

Aylar sonra bir hafta sonu yeniden onu bulmaya gittiğimde, kemiği sakladığım yere ulaşmak için denize akan bir akarsudan geçmem gerektiğini gördüm. Kemiği ilk fark ettiğimde, ortada bir akarsu falan yoktu. Kışın yağmur mevsiminde böyle bir durum oluyormuş. O soğukta karşıya geçme şansım da olmadığından elim boş evin yolunu tuttum.

İlkbaharın sonlarına doğru tamamen umutsuz şekilde geri döndüm. Sular çekilmişti, ben de sakladığım yerde kemiğimi aramaya başladım. Yoktu elbette. Tam vazgeçmiştim ki, sakladığım yerin 50 metre kadar ilerisinde buldum onu. (lokasyonun farklılığına ve kemiklerin üzerindeki tahribata bakılırsa, köpekler biraz oyun çevirmişlerdi.) Geçen zaman içinde daha işlenebilir hale gelmişti; ancak hala balıksı kötü kokular yaymaya devam ediyordu.

Atölyemde uzun süren kimyasal ve mekanik temizleme çalışmaları sonucu işe yarar hale getirmeyi başardım. Tam da aynı günlerde, iş yerinin camına çarparak hayatını kaybeden bir söğüt bülbülü vardı elimde. İlk etapta ortaya şöyle bir şey çıktı.

Hem omurgadaki göze benzeyen yapı, hem de artık Afrika’ya doğru göç yolculuğuna devam edemeyecek olsa da hala uçan bir bülbül fikri hoşuma gitti. Sonra fark ettim ki, diğer omurgalarla birleştirdiğimde, gözlerin altında ağızlar da oluşuyor. “Bundan harika bir şamdan yapabilirim” diye düşündüm. Oteldeki yemekten ayırdığım ıstakoz kıskaçlarını da işin içine katıp bir de boyayınca aşağıdaki arkadaşla yüz yüze gelmiş oldum.

Bana göre çok güzel olmuştu, ancak bir kaideye ihtiyacı vardı. Başta ahşap olmak üzere pek çok şey denedim ama nihayetinde yine eski göz ağrılarımdan “kemik örümcek”i kaide olarak kullanmaya karar verdim.

Aynı fikirden yola çıkarak yaptığım bir kaç çalışmanın görselini de aşağıya ekliyorum.

Related Posts

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir