Cenova Doğal Tarih Müzesi

Sürdürülebilirlik, Etik ve Akbaba Kültürü

Bir zamanlar hayvanat bahçeleri, hayvanları tanımak, taksonomi (türlerin sınıflandırılması), hayvan davranışlarını incelemek, hayvanlar hakkında fikir edinmek ve eğitim için son derece vazgeçilmez unsurlardı. Şu anda etik olarak hayvanat bahçelerine ne kadar karşı olursak olalım, tarihsel gelişim içinde bulunduğumuz noktaya gelene kadar akıl almaz emeklerle (ve günümüzden bakıldığında kâbusu andıran cahilce denemelerle) oluşturulan hayvanat bahçeleri, edindiğimiz bilgilerin çok büyük kısmını sağlamıştır.

Modern dünyada, 1800’lerden başlayan ve giderek yükselen hayvan hakları bilinci, doğaya ve yaban hayatına yönelen bilimsel bakış açısı ve farkındalık sonucu; hayvanların doğal yaşamlarından koparılıp dar alanlarda hapsedilerek, stres içinde bir yaşam sürmesi ve bu sırada insanlara sergilenmesi pek çok kişiyi haklı olarak rahatsız ediyor. Bu da gayet mantıklı; çünkü artık kafeste ya da nispeten daha geniş bir arazide hapsedilmiş olan aslan, doğal yaşamda hayatta kalmaya çalışan bir aslan değil. Yani aslında o “bir aslan” değil. Tutsak edilmiş bir türün bireyini izleyerek o tür hakkında sadece yanıltıcı sonuçlara varabiliriz. Üstelik, artık bir tür hakkında bilgi edinmek için onu tutsak edip gözlemleme ihtiyacı; en azından binlerce tür için tamamen gereksiz. Pek çok bilgi doğal yaşam alanlarında izlenerek hali hazırda edinilmiş durumda ya da bu konuda çalışmalarını sürdüren bilim adamları ve gözlemciler var.

Avcılık için de neredeyse aynı şeyler geçerli. Bir zamanlar ihtiyaç olan, besin için avlanma günleri, endüstrileşmeyle birlikte çok gerilerde kaldı. Aynı zamanda taksonomi için de avcılık bilgilerinden yararlanılıyordu. Şimdi ise taksidermi (tahnit ya da hayvan doldurma) gibi amaçlarla, yaban hayvanları avlanıyor ve bedenleri bu amaçlarla kullanılabiliyor.

Günümüzün modern dünyasında tüm bu avcılık ve hayvanat bahçesi tuhaflıklarının içinde mantığa davet eden; eğitimi, sürdürülebilirliği ve etik değerleri önde tutarak kendine bir yer edinmeye çalışan “Akbaba Kültürü” kavramı devreye giriyor. Normal şartlarda getirdiği önerilerle bir yıldız gibi parlaması gerekirken, insanların yeni kavramlara şüpheci yaklaşımı ve anlayışlarına kodlanmış sabit fikirlerin de etkisiyle maalesef hak ettiği yerden çok uzakta. Yine de en azından şimdilik, akbabalar Tolkien’in sözüyle kendini avutabilir; “Altın olan her şey parlamaz”.

Akbaba kültüründe, bir amaç için herhangi bir canlıya zarar vermeyiz. Doğadaki her şey, kendi yapıları gereği zaten birbirlerine “sürdürülebilir” ölçekte bir zarar veriyor. (Buna zarar demek ne kadar doğru o da tartışılır elbette). Bu nedenle bir akbabanın yapması gereken tek şey, doğayı iyi okuyarak, istediğini bulmak. Yani bir yılana, bir kuşa ihtiyacınız varsa, gidip onu avlamak yerine “elbet bu yılanlar, bu kuşlar bir yerlerde zaten ölüyor” diye düşünmek ve ne zaman nerede olacağınızı, nereye bakacağınızı bilmek.

Doğada yaşam zor ve canlılar, insanlar tarafından avlanmasalar da ölüyorlar. Bir yırtıcı tarafından avlanıyorlar, hastalık ve parazitler yüzünden, enfeksiyonlar ya da açlık yüzünden ölüyorlar. Akbaba kültürünün mensuplarına da, söz konusu hayvanlar öldüğünde, çevredeki yırtıcıların ve böceklerin işi bittiğinde artık kimsenin işine yaramayan kemikleri almak ve değerlendirmek düşüyor çoğu kez.

Birleştirilebilecek kemikler ya da yeni ölmüş bir hayvan yine bir taksidermist ya da kemikler konusunda bilgisi olan bir “insan akbaba” tarafından gerekli işlemler kullanılarak hazırlanabilir. Bu sanat, eğitim ya da herhangi bir amaca yönelik bir çalışma olabilir. Dünyada var olmuş / varlıklarını sürdüren ya da belli bir bölgeye özgü hayvan türlerini görebilmek, onlar hakkında bilgi edinebilmek için ne canlıları hapsetmemiz gerekiyor ne de onları avlamaya ihtiyacımız var. Her canlı elbet ölüyor ve burada da biz akbabalar devreye giriyoruz.

St

Üstelik doğru bir doğa okuması yapabilirsek (elbette yeterli ipucu olduğu durumlarda) bu hayvanın neden ölmüş olduğu, nerede yaşadığı hakkında da fikirler edinebiliriz. Bu da her eserin sıra dışı bir hikayesi de olmasını sağlar.

Doğal tarih müzeleri oluşturmak, çocuklar ve gençler başta olmak üzere herkese, yakın çevremizde ve dünyamızda yaşayan türleri, onların davranışlarını, ortamlarını ve yaşam biçimlerini aktarmak için muhteşem bir yol. Sanat ya da eğitim için bir hayvanı öldürerek ya da hapsederek doğa bilinci oluşturma fikri, doğal sebeplerden ölen hayvanların kalıntılarını kullanmanın yanında çok vahşi, anlamsız, amacıyla çelişen bir fikir.

Elbette zaman içinde bu mantık yaygınlaşacak ve eski, amacından sapmış ve kendisiyle çelişik çalışmalar ve uygulamalar azalarak bitecek diye düşünüyorum.

Akbabaların da günü gelecek.

Related Posts

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir